İletişim Çağı ve Sanat
Bilgisayarlar ilk çıktığında ve özellikle 90’lı yıllarda hesaplama kabiliyetleri ile ön plandaydı. İnternet’in yaygınlaşması ve cep telefonlarının küçük birer bilgisayara dönüşmesiyle artık bilgisayarlar iletişim kabiliyetleri ile ön plandadır.
Herkesin birbiriyle kolaylıkla iletişim kurduğu bu çağı, “iletişim çağı” olarak niteleyenler vardır. Bugün iletişim çağının bize ettiği kötülüklerden birine değineceğim: Sanat eserlerinin kötüleşmesi.
Kabiliyet sizi diğerlerinden farklı kılarken, çalışmak sizi ileriye taşır. İletişim çağı ise sesi çok çıkanı, herkesin evine taşır.
Eskiden insanların sesini duyurması daha zordu ve kim bilir ne yetenekler daha hiç ortaya çıkamadan kayboldu gitti. Çeşmenin başını tutanlara yaranmadan, onlara eyvallah etmeden, başarılı olmak neredeyse imkansıza yakındı.
Şimdi ise herkesin sesini duyurması çok kolay. Her ne kadar çok bağırırsan sesini duyurabiliyor olsan da çeşmenin başını tutanlar yine var; sesini yükseltmek ve kısmak onların elinde. Yani yine birilerine eyvallah etmek zorundasın. Fakat burada bir sorun daha var: İnsanlara erişmenin temel sebebi yeteneğin değil. İnsanlara erişmenin temel sebebi, onların ekranına bir şekilde düşebilmen ve bu da kendini pazarlaman ile ilgili.
Eskiden sanatçı ruhlu insanlar “yeteneğimi geliştirirsem dinleyicilerime erişebilirim” diye düşünüyordu; hedefine erişmek için canhıraş çalışıyordu. Belki hedefine erişemiyordu, yok olup gidiyordu fakat hayali yeteneğiyle doğru orantılıydı.
Şimdi ise sosyal medya sayesinde o kadar ıvır zıvır herkesin sesi çıkıyor ki; bu kakafonide kendini duyurmak için sanatçı sanatsal yeteneğine değil, öncelikle pazarlama yeteneğine güvenmek zorunda hissediyor. Bağırmayı sevmeyen nahif insanlar ise daha kariyerlerine başlamadan yok olup gidiyor.